Aranızda anne olduktan sonra ahtapota dönüşmeyen kadın kaldı mı sevgili mikemmel arkadaşlarım?
Şöyle hafızamı yoklamaya çalışıyorum da ilk defa ne zaman başlamıştı bu evrimleşme diye, galiba doğduktan hemen sonraki ilk alt değiştirmelerde olsa gerek. Bir yandan bebenin yakasını paçasını, bir yandan bacaklarını tutup, bir yandan da mendille silmek, bu arada kakalı bezi uzak tutmaya çalışmak ve yeni bezi koyup bağlamak, ayh yazarken fenalık geldi. Sizce bu iş için kaç el gerekir? Bence den az döööört!
Sonracıma bebe büyür ve elleriyle her yere uzanmaya çalışır, kakaları yakalamak veya pişik kremini ağzına götürmek gibi zararlı davranışlardan korumak için hadi bir tane daha el lazım desek oldu beeeş!
Bir süre sonra emeklemeye başlayınca alt değiştirmek için ayrıca hop hop havaya kalkıp kaçmaya çalışan popoyu da tutalım dersek bir el daha lazım.
Hele aylık kontrollerde kan almak gerektiğinde, kolları (1), bacakları (2), kucaktan kayıp kaçmak için kıvrılan gövdeyi (3), biraz dikkatini dağıtsın diye sallanan oyuncağı (4), iğnenin batırılacağı yerdeki sıyırılmış kıyafeti (5), annesinin varlığını hissetsin korkmasın diye şefkatle dokunacağı başını (6), iğne battığında kendi canından can kopmuş gibi ciğeri yanan ananın gözünden süzülen tek damla yaşı silmek için (7)... ele ihtiyacı olduğunu siz de çok iyi bilirsiniz.
Sonraaaa, bebe kuşlar gibi şakımaya başladığında saniyede yüz tane şey istediğinden değil sekiz kollu olmak elli kolun olsa da yetişemezsin. Yemek yedirirken, evden çıkmaya hazırlanırken, sokakta zaptetmeye çalışırken, markette alışveriş yaparken, bacaklarına dolanmış bir aç bebe için yemek hazırlarken annenin kolları öyke hızlı hardket eder ki, hızlı çekimde 5-10 fotoğrafı çekilse ve bunlar üsttüste yapıştırılsa sayısız kollu bir ahtapot ortaya çıkacaktır.
Ta ki bebe biraz laftan anlayıp azcık azarlanma kıvamına gelinceye kadar. Minnakım artık her dediğimi anlıyor, sonunda biraz rahata ererim sanıyordum ki yanılmışım :( Bu günlerde minnak bebem iyice konuşuyor ve artık aramızda esprili konuşmalar bile geçiyor. Böyle bombardıman gibi isteklerini sıraladığında " aa yeter bekle biraz ahtapot muyum ben" diye çıkışıyorum. Pek tabi ki onun da çözümünü bulmuş yaramazım, artık birşey istemeden önce; " ahtapot anne bana .... versene" diye seleniyor. Sonra da ekliyor evet sen bir ahtapot annesin :s
Tüm mikemmel ahtapotlara benden selam olsun efenim.
30 Kasım 2014 Pazar
13 Kasım 2014 Perşembe
Pastel Hayatlar
Instagram kullanıyorsanız mutlaka denk gelmişsinizdir siz de pastel hayatlara. Profile bakınca tüm fotoğrafların aşırı aydınlık ve pastel renklerde olduğunu görürsünüz. Çoğunlukla ev eşyaları, tabak çanak ağırlıktadır.
Böyle hesaplardan birkaçını takip ediyorum. Yıllar önce bu stil daha bu kadar yaygınlaşmadan önce, bazı dekorasyon sitelerinde bakıp böyle resimleri bulur ve gözlerimi bayram ettirirdim. Şimdi ise görür görmez kaçırıyorum. Bu kadar suyunu çıkarınca her şey güzelliğini yitiriyormuş.
Buraya kadar aslında çok da eleştrilecek bir şey yok. Çünkü onun hayatı onun tercihi, istemiyorsan bakma. Fakat öyle zamanlar geliyor ki, bu kişiler toplumsal paylaşımlarda bulunurken bile tutucular. Soma'daki maden faciasında ekranlarımız siyahlara bürünürken onların ki hiç kararmadı. Gazze için dua ederken, en pastel fotoğraflar seçtiler. Bundan başka pastel evlerinin dışında nadiren bir fotoğraf koyarlarsa resmi mümkün olan en yüksek parlaklığa ayarladılar. Öyle ki o fotoğraftaki diğer ayrıntılar seçilmez hale geliyor.
İşte bu takıntıyı anlamıyorum. Hayat uçuk renklerden ibaret değil. Hele ki doğa hiç değil. Doğaya bakınca, çiçekler, böcekler, gök, deniz hepsi olabildiğince renkli, olabildiğince canlı ve parlak. Nedense bu kadar renksiz evlere sahip insanların, aşırı tertipli, ağırkanlı ve hayalperest olduklarını düşünüyorum. Yine de yargılamıyorum sonuçta sosyal medya üzerinde kim gerçek hayatını olduğu gibi yansıtıyor ki, belki de bu bir kaçış noktasıdır diye hak vermek istiyorum.
İnsanın kendine böyle masalsı bir dünya yaratması bir yere kadar kabul edilebilir. Eğer gerçekten o masal ortamında rahatlıyorsa, dış dünyanın sorunlarından zamanla kaçmaya çalışıp kendini evine kapatmıyorsa, kısacası olan bitenin farkında olup pastel dünyası ile dış dünyayı dengede tutabiliyorsa sorun yok. Ancak böyle evlere doğan bebekler, böyle evlerde yaşayan küçük çocuklar için bu dengeyi kurma işi ebeveynlere düşüyor. Dikkatli olunmalı. Dış dünya ile izole olmuş çocuklar ilerleyen zamanlarda adaptasyon sorunu yaşayabilir çünkü..
Böyle hesaplardan birkaçını takip ediyorum. Yıllar önce bu stil daha bu kadar yaygınlaşmadan önce, bazı dekorasyon sitelerinde bakıp böyle resimleri bulur ve gözlerimi bayram ettirirdim. Şimdi ise görür görmez kaçırıyorum. Bu kadar suyunu çıkarınca her şey güzelliğini yitiriyormuş.
Buraya kadar aslında çok da eleştrilecek bir şey yok. Çünkü onun hayatı onun tercihi, istemiyorsan bakma. Fakat öyle zamanlar geliyor ki, bu kişiler toplumsal paylaşımlarda bulunurken bile tutucular. Soma'daki maden faciasında ekranlarımız siyahlara bürünürken onların ki hiç kararmadı. Gazze için dua ederken, en pastel fotoğraflar seçtiler. Bundan başka pastel evlerinin dışında nadiren bir fotoğraf koyarlarsa resmi mümkün olan en yüksek parlaklığa ayarladılar. Öyle ki o fotoğraftaki diğer ayrıntılar seçilmez hale geliyor.
İşte bu takıntıyı anlamıyorum. Hayat uçuk renklerden ibaret değil. Hele ki doğa hiç değil. Doğaya bakınca, çiçekler, böcekler, gök, deniz hepsi olabildiğince renkli, olabildiğince canlı ve parlak. Nedense bu kadar renksiz evlere sahip insanların, aşırı tertipli, ağırkanlı ve hayalperest olduklarını düşünüyorum. Yine de yargılamıyorum sonuçta sosyal medya üzerinde kim gerçek hayatını olduğu gibi yansıtıyor ki, belki de bu bir kaçış noktasıdır diye hak vermek istiyorum.
İnsanın kendine böyle masalsı bir dünya yaratması bir yere kadar kabul edilebilir. Eğer gerçekten o masal ortamında rahatlıyorsa, dış dünyanın sorunlarından zamanla kaçmaya çalışıp kendini evine kapatmıyorsa, kısacası olan bitenin farkında olup pastel dünyası ile dış dünyayı dengede tutabiliyorsa sorun yok. Ancak böyle evlere doğan bebekler, böyle evlerde yaşayan küçük çocuklar için bu dengeyi kurma işi ebeveynlere düşüyor. Dikkatli olunmalı. Dış dünya ile izole olmuş çocuklar ilerleyen zamanlarda adaptasyon sorunu yaşayabilir çünkü..
12 Kasım 2014 Çarşamba
Kagel Egzersizleri
Bu ara okuduğum kitapta(*) ilginç ve eğlenceli bir bilgiye rastladım ve paylaşmazsam çatlarım :)
1950'lerde Arnold Kagel adındaki bir jinekolog idrar kaçırma problemi olan hastalar için bir dizi egzersizler icat etmiş. Amaç vajina ve üretra bölgesindeki kasları güçlendirmek. Hastalar kas egzersizlerinin hoş bir yan etkisi olduğunu farketmişler sonuç ise "daha iyi orgazm" olmuş :)
Kısaca PC kasları olarak adlandırılan kasların (tam adı pubococcygeus) güçlenmesiyle pelvik bölgeye yapılan kan akışının artıyor ve bölgenin hassasiyeti gelişiyormuş. Sonuçta egzersizleri yapan erkek ve kadınlarda orgazmı şiddetlendirdiği bulunmuş. Peki bu kaslar nerde diyecek olursanız, aslında çişinizi tutarken onları çalıştırmış oluyorsunuz. Egzersizi doğru yaptığınızdan emin olmanın en kolay yolu çiş yapma esnasında bir kaç saniyelik çişi tutup bırakma hareketini yapmak. İşte bunu yapınca PC kaslarını çalıştırmış oluyormuşuz. Ancak doktorun tavsiyesi bu egzersizi gün içinde herhangi bir anda (çiş yaparken değil) yapmak ve gitgide tutma süresini uzatmayı ve tutma-bırakma hızını arttırmayı öğrenmek. Hatta bunu yaparken nefes almayı durdurmadan (ki ilk denmede nefesimizi tutuyoruz) normal nefes alarak hareketleri yapmak. İlk başta 2-3 saniye tutun sonra süreyi gittikçe uzatın diyor. Kasları gevşetip dinlendikten sonra bir daha. Egzersizler hergün birkaç dakika boyunca yapılırsa faydalı olurmuş.
Kitapta Kagel'in Dünyanın En İyi Egzersizi Olmasının 5 Nedeni yazılmış, şöyle ki
1- evinizin yarısını kaplayacak özel bir ekipman almanıza gerek yok
2- her pozisyonda yapabilirsiniz, kuyrukta beklerken, yatakta uzanırken, bilgisayar başındayken, amuda kalkarken
3- hiç kimse egzersizi yaptığınızı farketmez, okulda, işte, biriyle konuşurken yapabilirsiniz.
4- aynı anda bir çok işi yapabilirsiniz, atm kuyruğunda, telefonda veya klavye başındaki beklemeleri egzersize dönüştürebilirsiniz
5- başka hangi egzersiz seks kalitenizi geekten arttırıyor ki?
(*): Yaşasın Orgazm- Dorian Scolt -Marshall Miller
1950'lerde Arnold Kagel adındaki bir jinekolog idrar kaçırma problemi olan hastalar için bir dizi egzersizler icat etmiş. Amaç vajina ve üretra bölgesindeki kasları güçlendirmek. Hastalar kas egzersizlerinin hoş bir yan etkisi olduğunu farketmişler sonuç ise "daha iyi orgazm" olmuş :)
Kısaca PC kasları olarak adlandırılan kasların (tam adı pubococcygeus) güçlenmesiyle pelvik bölgeye yapılan kan akışının artıyor ve bölgenin hassasiyeti gelişiyormuş. Sonuçta egzersizleri yapan erkek ve kadınlarda orgazmı şiddetlendirdiği bulunmuş. Peki bu kaslar nerde diyecek olursanız, aslında çişinizi tutarken onları çalıştırmış oluyorsunuz. Egzersizi doğru yaptığınızdan emin olmanın en kolay yolu çiş yapma esnasında bir kaç saniyelik çişi tutup bırakma hareketini yapmak. İşte bunu yapınca PC kaslarını çalıştırmış oluyormuşuz. Ancak doktorun tavsiyesi bu egzersizi gün içinde herhangi bir anda (çiş yaparken değil) yapmak ve gitgide tutma süresini uzatmayı ve tutma-bırakma hızını arttırmayı öğrenmek. Hatta bunu yaparken nefes almayı durdurmadan (ki ilk denmede nefesimizi tutuyoruz) normal nefes alarak hareketleri yapmak. İlk başta 2-3 saniye tutun sonra süreyi gittikçe uzatın diyor. Kasları gevşetip dinlendikten sonra bir daha. Egzersizler hergün birkaç dakika boyunca yapılırsa faydalı olurmuş.
Kitapta Kagel'in Dünyanın En İyi Egzersizi Olmasının 5 Nedeni yazılmış, şöyle ki
1- evinizin yarısını kaplayacak özel bir ekipman almanıza gerek yok
2- her pozisyonda yapabilirsiniz, kuyrukta beklerken, yatakta uzanırken, bilgisayar başındayken, amuda kalkarken
3- hiç kimse egzersizi yaptığınızı farketmez, okulda, işte, biriyle konuşurken yapabilirsiniz.
4- aynı anda bir çok işi yapabilirsiniz, atm kuyruğunda, telefonda veya klavye başındaki beklemeleri egzersize dönüştürebilirsiniz
5- başka hangi egzersiz seks kalitenizi geekten arttırıyor ki?
(*): Yaşasın Orgazm- Dorian Scolt -Marshall Miller
3 Kasım 2014 Pazartesi
Çık güzelim çık ortaya çık...
Helloooo mikemmel anneleeeer. Ay ben blogumu unutmuşum dermişim ama yok unutmadım. Bir sürü taslak yazım var ama kalemim kırıldı, dilim tutuldu, laflarım tükendi sanki. Bir türlü yazılar ilerlemedi. Ben de ehh vakti zamanı gelince yazarım gayrı deyip bıraktım. Şimdi içimde bir taşkınlık oldu, du bakalım yazıverebilcem mi?
Yazmayalı neler oldu neleeer, hep aynı şeyler işte bacım senle onla aynı. Bebeyi yedir içir uyut büyüt, mızmızlıklarından kafayı sıyırmadan günü bitirmeye çalış, bol bol bebeyi mıncır-öp-kokla, koştur koştur gidip gelinen gezmeler, yorgun dönülen tatiller ve devrilen mevsimler... Artık anne olmaya daha bir alışkınım ama yorgunluğum hiç azalmıyor. Sahi ne zaman bitecek bu koşturma ya da bitecek mi acaba... Yoksa birkaç yıl içinde süpersonik anneye mi dönüşecez?
Neyse efenim yaşayıp göreceğiz artık. Bundan sonra daha sık mikemmel yazılarla karşınızda olacağım. Şimdilik "bye"ınız efenim.
Yazmayalı neler oldu neleeer, hep aynı şeyler işte bacım senle onla aynı. Bebeyi yedir içir uyut büyüt, mızmızlıklarından kafayı sıyırmadan günü bitirmeye çalış, bol bol bebeyi mıncır-öp-kokla, koştur koştur gidip gelinen gezmeler, yorgun dönülen tatiller ve devrilen mevsimler... Artık anne olmaya daha bir alışkınım ama yorgunluğum hiç azalmıyor. Sahi ne zaman bitecek bu koşturma ya da bitecek mi acaba... Yoksa birkaç yıl içinde süpersonik anneye mi dönüşecez?
Neyse efenim yaşayıp göreceğiz artık. Bundan sonra daha sık mikemmel yazılarla karşınızda olacağım. Şimdilik "bye"ınız efenim.
20 Mayıs 2014 Salı
Uzaylı kaka yaptı! Hönk!
Hiç gizlemeden, kibarlık yapmadan söyleyebilirim ki, gaz ve kaka mevzuları beni hiç etkilemez. Bunlar doğal şeylerdir, her canlı yapar, vücudun bir ihtiyacıdır nokta! Ay kakamın kokusunu başkaları duymasın diye kıvrananlar, evleneli beş yıl oldu kocamın yanında hiç pırt yapmadım diyenler, tuvalette işini görürken kapıyı kilitleyenler neler duydum neler. Aman banane kim ne yaparsa yapın elbet, ancak ben kendimi o kadar geremem. Evim ultra lüks, her bireye birer tuvaletli bir ev değilse, sabah alelacele işe gitmek için hazırlanıyorken tuvaletten biri çıkar çıkmaz diğeri girecekse bu sıkıntının anlamı ne sorarım size? Ne kadar sprey sıkarsan sık o tuvalet ilk bir dakika kokar, imkanı yok kaçamazsın kokudan.
Ay ne diyecektim nereye geldim. Bebek sahibi olunca, özellikle ilk aylarda, ortaya servis pırtlar kakalar pek bi anormal bulunur. Hiç unutmuyorum, kayınpederim minnakımın pırtını ilk duyduğunda gülerek eliyle şu osuruk işaretini yapmıştı. Sonra da etrafındakilere aynı işaretle nasıl da gaz çıkardığını anlatmaya çalıştı. Dehşete düşmüştüm. Neden derseniz bir kere o işareti hiç ama hiç hoş bulmuyorum, ikincisi ise ne var yani gaz çıkardı/osurdu/pırt yaptı demek çok mu ayıp? Bana işaret ile gösterilmesi daha küçümseyici geliyor. Üstelik ufacık bebenin gazı, kakası ne kadar da anormal bulunuyor hayret!
Hala da çevremde, bebeklerin kakalarına ıyy kaka yapmış, öyk ne biçim kokuyor diye yaklaşanların bağırsaklarını bıçakla delip, al bi de kendikini kokla diyesim geliyor. Ne yani sen doğduğundan beri her gün gaz, kaka yapıyorsun, yaşın X 365 kereden bu güne kadar kaç kere o işi yaptığının farkında mısın? Üstelik çocukların varsa bir de üstüne onların bebekliklerini ekle. Oldu mu sana bi milyon gaz kabarcığı, benim minik kuzum iki pırt yapmış, olağanüstü hal olmuş. Yok yeaaa. Kimse bebemin kakasına laf uzatamaz! Anası için çiçek kokusu gibidir onlar!
Ay ne diyecektim nereye geldim. Bebek sahibi olunca, özellikle ilk aylarda, ortaya servis pırtlar kakalar pek bi anormal bulunur. Hiç unutmuyorum, kayınpederim minnakımın pırtını ilk duyduğunda gülerek eliyle şu osuruk işaretini yapmıştı. Sonra da etrafındakilere aynı işaretle nasıl da gaz çıkardığını anlatmaya çalıştı. Dehşete düşmüştüm. Neden derseniz bir kere o işareti hiç ama hiç hoş bulmuyorum, ikincisi ise ne var yani gaz çıkardı/osurdu/pırt yaptı demek çok mu ayıp? Bana işaret ile gösterilmesi daha küçümseyici geliyor. Üstelik ufacık bebenin gazı, kakası ne kadar da anormal bulunuyor hayret!
Hala da çevremde, bebeklerin kakalarına ıyy kaka yapmış, öyk ne biçim kokuyor diye yaklaşanların bağırsaklarını bıçakla delip, al bi de kendikini kokla diyesim geliyor. Ne yani sen doğduğundan beri her gün gaz, kaka yapıyorsun, yaşın X 365 kereden bu güne kadar kaç kere o işi yaptığının farkında mısın? Üstelik çocukların varsa bir de üstüne onların bebekliklerini ekle. Oldu mu sana bi milyon gaz kabarcığı, benim minik kuzum iki pırt yapmış, olağanüstü hal olmuş. Yok yeaaa. Kimse bebemin kakasına laf uzatamaz! Anası için çiçek kokusu gibidir onlar!
8 Mayıs 2014 Perşembe
Şaşkın Erkek Yavrusu :)
Evet evet başlığı çirkin ördek yavrusundan esinlendim. Literatüre yeni bir tanım eklemek istiyorum sevgili mikemmel anneler; yeni bir olay anında ne yapacağını bilmeden donup kalmış taze babaları anlatsın. Baba ama daha bir çocuk aslında ve gerçekten çok ama çok şaşkın.
Sizin de başınıza gelmiştir. Bebe babasıyla yalnızdır, sonra bir şey olur ve babanın sesini duyarsınız.
-Annesiiii çabuk gel
Anne koşa koşa gelir panik yapmıştır
-Noooldu
-Koltuğa su döküldü (kaka yaptı, koltuktan düştü, burnu kanıyor .....)
- !?)&}%^€>>
Geçen gün mutfakta pür telaş yemek hazırlıyorken yine aynı sesi duydum. Annesiii çabuk gel. Gidince gördüğüm manzara şu: minnakım çiş yapmış (bazen rahatlasın diye biraz bezsiz dolaştırıyorum), parkenin üzerinde bir gölet oluşmuş, bebe yaşadığı şaşkınlıktan zırıl zırıl ağlıyor, baba yanında ayakta donmuş kalmış bekliyor! Çocuğu nereden tutacağını bilemiyor, tutarsa eli batacak, akan çiş ayağına gelecek diye korkuyor, yerde kendine bir akış tutturan çişi ne yapacağını bilemiyor :)
Hemen yere bir bez attım, o suyunu çekerken çocuğu kaptım, tek elle pijamasını sıyırdım attım. Götürdüm yıkadım pakladım, geldim bezi sıkıp yıkadım, bir kat daha sildim ve yerinden kıpırdamamış olan kocacım ne dese beğenirsiniz: 'oldu mu şimdi bu yerler basabilir miyim?'
-!!!!
Bütün bunlari yapmam bir dakika bile sürmedi ama çarpıntımın geçmesi 5 dakika sürdü. En sonunda kocaya bir patladım ancak öyle kendime geldim. Kesinlikle erkeklerin panik anlarında harekete geçmesi için eğitilmesi gerekiyor. Ha ben kadın olarak bunu defalarca yaşadım mı hayır ama kadınların nöronları daha hızlı çalışıyor eminim. Bundan sonra baba kişisi icin simülasyon panik dersleri eğitimi yapmak farz oldu. Bez bırakma döneminde tüm çişleri ona sildiricem bana ne :) Ne yapalım öğrenmesi lazım aaa. Yoksa işten kaçmıyorum yeminle :)
Sizin de başınıza gelmiştir. Bebe babasıyla yalnızdır, sonra bir şey olur ve babanın sesini duyarsınız.
-Annesiiii çabuk gel
Anne koşa koşa gelir panik yapmıştır
-Noooldu
-Koltuğa su döküldü (kaka yaptı, koltuktan düştü, burnu kanıyor .....)
- !?)&}%^€>>
Geçen gün mutfakta pür telaş yemek hazırlıyorken yine aynı sesi duydum. Annesiii çabuk gel. Gidince gördüğüm manzara şu: minnakım çiş yapmış (bazen rahatlasın diye biraz bezsiz dolaştırıyorum), parkenin üzerinde bir gölet oluşmuş, bebe yaşadığı şaşkınlıktan zırıl zırıl ağlıyor, baba yanında ayakta donmuş kalmış bekliyor! Çocuğu nereden tutacağını bilemiyor, tutarsa eli batacak, akan çiş ayağına gelecek diye korkuyor, yerde kendine bir akış tutturan çişi ne yapacağını bilemiyor :)
Hemen yere bir bez attım, o suyunu çekerken çocuğu kaptım, tek elle pijamasını sıyırdım attım. Götürdüm yıkadım pakladım, geldim bezi sıkıp yıkadım, bir kat daha sildim ve yerinden kıpırdamamış olan kocacım ne dese beğenirsiniz: 'oldu mu şimdi bu yerler basabilir miyim?'
-!!!!
Bütün bunlari yapmam bir dakika bile sürmedi ama çarpıntımın geçmesi 5 dakika sürdü. En sonunda kocaya bir patladım ancak öyle kendime geldim. Kesinlikle erkeklerin panik anlarında harekete geçmesi için eğitilmesi gerekiyor. Ha ben kadın olarak bunu defalarca yaşadım mı hayır ama kadınların nöronları daha hızlı çalışıyor eminim. Bundan sonra baba kişisi icin simülasyon panik dersleri eğitimi yapmak farz oldu. Bez bırakma döneminde tüm çişleri ona sildiricem bana ne :) Ne yapalım öğrenmesi lazım aaa. Yoksa işten kaçmıyorum yeminle :)
21 Nisan 2014 Pazartesi
Anne-Bebek İhtiyaç Listesi #2 Bir Faraş Bir Süpürge
Daha önce evine hiç faraş süpürge almadın mı, ya da var ama kimbilir hangi köşede tıkılıp kaldı mı? Bebeğin olduktan sonra onu göz önünde bir yere koyman gerekecek. Zira en popüler temizlik aletin olabilir. Bu yüzden mümkünse uzun saplı ve rahat kullanımlı olanlardan olsun.
Evde temizliğe bir yardımcı olsun ya da olmasın bebekli evde elektrik süpürgesi ile temizlik yapmak bir lüks olabilir. Her istediğin an açamazsın, gürültüsü bebeği uyandırabilir. Evet biliyorum sessiz çalışan makineler de var. Doğrusu hiç kullanmadığım için ne kadar sessiz bilmiyorum ama elektrik süpürgesini aç, kaldır-kondur bile başlı başına bir iş.
Bebekli hayatta artık eskisinden daha çok evde vakit geçirildiğinden veya bebek uyurken acele acele iş yapmaktan doğan sakarlıklardan da olabilir, bir de bebeğin biraz büyüdüğünde yemeği kendi başına döke saça yeme dönemine geldiğinde, evi süpürme ihtiyacı hiiiiiç bitmiyor. Özellikle mutfakta dökülmüş kırıntılar, kıyı köşede birikmiş toz yumakları, kemirsin diye verdiğin ekmek parçaları gibi şeyleri süpürmek için el süpürgesi bire bir. Hem de hızlı. Bir elinde faraş bir elinde süpürge balerina cif dansçısı olmamak işten değil :)
Yani uzun lafın kısası acil süpürme ihtiyaçları için mutlaka alınması gerekenler listesinde. Ben o kadar çok kullandım ki, şimdi minnakım büyüdüğü halde şarjlı el süpürgesi yerine hep faraşa gidiyor elim. Kesinlikle çok memnunum :)
18 Nisan 2014 Cuma
A be kaynana naptın bize!
Sevgili can ciğer kuzu sarması yeni evli kaderdaşlarım. Biricik aşkınızla evlendiniz, evinizi cicili bicili döşediniz, gelsin özgürce gezmeler sevişmeler, gitsin bol dinlenceli tatiller. Sabah kocam güzel görsün diye süslenmeler, pazar sabahları öğlene kadar yatakta kikirdeşmeler :)
Gün gelecek muhterem kayınanalar bebek de bebek diye dil dökmeye başlayacak, sen de hayallere dalacaksın. Bu mutluluk yuvasını bebekle şenlendirmek, pembeli mavili bebek odası isteyeceksin. Mağazalardaki bebek kıyafetlerini gördükçe, kendini bembeyaz danteller içinde kucağında minik bir bebekle hayal edeceksin, aynı resimlerdeki gibi; mutlu ve mükemmel.
Amma velakin o fotoğraf karesi bebekli hayatın çok ama çok ufak bir sahnesi. Gerçeği saçın başın dağınık, ter kokan, gözleri çökmüş, feci yorgun ama eğer mutlu olduğunu gösterecek enerjisi kaldıysa gülen bir anne fotoğrafı olacak. Anne olmak günde birkaç kez sadece iki dakikalığına çiş molası vermek için duran, gece gündüz daima yol alan bir trende gitmek gibi. Baş döndürücü hızda ve gürültülü. Sanki zamanda sıkışıp kalmışsın, her gün aynı günü yaşıyormuşsun ve hafta sonu tatili hiç gelmiyormuş gibi...
Bunaldığım anlarda kafam nasıl saçmalıyorsa artık, arebesk müzik eşliğinde a be kaynana naptın bize naptın bize diye şarkı söylüyor beynim. Bir yandan da kalçalarım oynuyor ağır ağır... Hem ağlarım hem giderim gelini gibi, anne olduğuma hem sevinirim hem dövünürüm ben de. Ve bu şarkı da kesinlikle her iki duyguyu da içinde barındıran tek şarkı.
Peki o zaman haydi hep birlikte:
A be kaynana naptın bizeeee
Bunaldığım anlarda kafam nasıl saçmalıyorsa artık, arebesk müzik eşliğinde a be kaynana naptın bize naptın bize diye şarkı söylüyor beynim. Bir yandan da kalçalarım oynuyor ağır ağır... Hem ağlarım hem giderim gelini gibi, anne olduğuma hem sevinirim hem dövünürüm ben de. Ve bu şarkı da kesinlikle her iki duyguyu da içinde barındıran tek şarkı.
Peki o zaman haydi hep birlikte:
A be kaynana naptın bizeeee
5 Mart 2014 Çarşamba
Beni uykusuzluk değil duyarsızlığın yoruyor
Öyle sinirliyim ki sabahtan beri, tüm rahatlama yöntemlerim işe yaramadı sevgili mikemmel anneler. Herşey üç gün önce başladı....
Geceleri geç yatıyorum, minnakımın yüzünden değil kendi seçimim. Bazı işler türetiyorum kendime, onları yapıyorum. Sonraa mutlaka uyumadan önce bir saat kitap okuyorum. Bunlar için uykumdan feragat ediyorum çünkü ruhumun böyle bir doyuma ihtiyacı var. Uyku kadar değerli bu anlar benim için, fiziksel açlığımı nasıl yemek yiyerek doyuruyorsam, ruhsal açlığımı da bu şekilde doyuruyorum. Ve doğrusunu isterseniz uykusuz kaldığım için dertlenmiyorum. Tamam tüm gün kafam buğulu dolaşıyorum ama en azından stresim gitmiş oluyor. Gün içinde bunlara vakit ayırmam imkansız ve denedim. Kendim için hiç bir şey yapmadan, tüm gün bebeyle ilgilenip akşamları normal seyirde uyuduğum bir kaç hafta boyunca kendimi hiç de iyi hissetmedim.
Gel gör ki kocam uykumu feda etmemi anlamıyor. Her gün tastamam sekiz saat uyumak için çaba sarfediyor. E tabi onun işe gidip gelirken bile ev-bebek dışında yapmış olduğu bir şeyler olmuş oluyor.
Geçen akşam yine böyle geç yatmışım saat 3,5 tu. Sabah minnakım 6,5 ta uyandı. Öyle uykum var ki bekliyorum belki babası kalkar da bir saat daha uyurum. Ancak o bebenin sesini duyar duymaz yorganı üzerine çekti, kafasını kapadı ve sırtını döndü. Anlamı çok açık ben kalkamam sen kalk. Onun uyanma saatinin çalmasına daha bir saat var.
Kalktım, uykusuzluğu üzerimden attım. Ne olacak ki biraz soğuk su biraz kahve yeter. Gün boyu gayet de iyiydim ama kocamın sabahki tavrı beni öyle kırdı öyle kızdırdı ki, eminim bir saat daha az uyusaydı onun için daha karlı olacaktı.
Şimdi beyler açısından düşünelim. 8 saat değil de 7 saat veya 7 değil de 6 saat uyudunuz diyelim. Bu bir saat eksikliğin size hiç bir yan etkisi olmaz. Ama 3 saat uyumuş bir anne 4 saat uyursa pamuk gibi olur ve bu fedakarlık günün geri kalanında size yol su elektrik olarak geri döner.
Doğrusu o davranışı yüzünden kocama çok öfkelendim. Aradan üç gün geçti hala surat asıyorum, konuşmuyorum ve diğer taleplerini reddediyorum. Kasıtlı değil içimden gelmiyor, yüzüne baktıkça yorganını kafasına çekip sırtını dönmesini görüyorum.
İkinci gün uyumuştum, kitap okumayı es geçtim. Ama duygularım değişmedi, sadece biraz eskidi.
Üçüncü günün sabahında yine benzer bir şey oldu. Bazen bu kişisel zamanımı gece yatmadan önce, bazen de sabah 4-5 de kalkarak yapıyorum. Bu sabah da öyle erken kalkmıştım. İçerden bebenin sesi geldi, yatağının içinde kaybolan oyuncağını istiyordu. Babası kalkmış aramış ama bulamamış gelip bana söyledi ve hooop yatağa atlayıp yine yorgana gömüldü. Daha minnakımın yanına gitmeden o kendisi bulmuştu oyuncağını zaten ve onun bu tavrı sadece iki dakikalık bir uyku kaybıydı. İNANAMIYORUM. Gerçekten inanamıyorum. Üstelik alarmın çalma saati de yakındı.
Öyle büyük bir hayal kırıklığı içindeyim ki anlatamam. Bu adam böyle değildi ne oldu da değişti, her şeyi üstlenip çarçabuk yapıvermem mi onu böyle tembelleştirdi bilemiyorum. Hele böyle keyfine çok düşkün bir adamın biraz daha yaşlandığında nasıl olacağını düşünmek dahi istemiyorum :( Mutsuzum bugün.
24 Şubat 2014 Pazartesi
Fiziksel Bağlar Koparken Görünmez Bağlar Düğümlenir
Bebeğinin doğum anı annesine daha dün gibi gelirken, bir bakmış aylaaaar, yıllaaaar geçmiş, minik bebek kocamaaaan olmuş. Anne, her ay dönümünde hem heyecan hem hüzün duyar, acaba beraber neler yaşayacağız diye hayal kurarmış.
Önce bebeğinin memeyi bırakma zamanı gelmiş. Ölesiye yorgun olsa da, gün içinde beş on kere bebeğininin memesine uapışmayacak olmasına çok içerlemiş. Öyle üzülmüş ki, sanki artık bir daha o kadar yakın olamayacaklar, aralarındaki bağlardan biri kopmuş zannedermiş.
Zamanla buna alışmış. Ancak o fırsat bulduğu her an bebeğini kucağına alıp sarılmaya, öpüp koklamaya devam etmiş. Günler yine hızla geçmiiiiş, geçmiş. Gün gelmiş bebeği artık her derdini söyler olmuş. Annesi onu sıkıştırdığı zaman git diye kovar, istemediği zaman öptürmezmiş.
Anne yine çok üzülmüş. Bir bağ daha koptu aramızda, her geçen gün sayıları azalıyor, gün gelecek evden uçup gidecek kendine ait başka bir yuva kuracak diye düşünüp dertlenirmiş.
Bir gece rüyasında kendi annesini görmüş. Kucağında yenidoğan bebeğini tutarken annesi başını okşuyormuş.
-"Benim güzel yavrum, artık daha fazla üzülme. Bebeğin her geçen gün büyüyor ama senden uzaklaşıyor sanma. Beraber geçirdiğiniz her yeni gün, anılarınızı çoğaltıyor. Paylaştığınız her olay sizi yakınlaştırıyor. Belki kucağına sık gelmiyor ama, okulda seni hatırlıyor. Karnı acıktığında canı anne keki çekiyor. Rüyasında korktuğunda anne diye bağrıyor. Bir derdi olsa ilk sana anlatmak istiyor, heyacanını ilk seninle paylaşmak için koşa koşa geliyor..."
Uyanınca düşünmüş, gerçekten de doğru. Yeni doğmuş bebeğin annesine dair aklında fazla fikri yok; dolayısıyla anne kokusu, anne sesi onun tek yatıştırıcısı. Oysa çocuğum büyüdükçe beni tanıyor, yanında olmadığım her an benim varlığıma yaslanıyor. Zaman geçtikçe görünmez bağlarımız sımsıkı düğümleniyor. Artık üzülmeyi bırakıp sadece "an"larımızın tadına varacağım, görünmez bağları farkedip, her düğümünü kalbime yazacağım...
demiş ve bir daha üzülmek yerine keyfini çıkarmaya karar vermiş.
Önce bebeğinin memeyi bırakma zamanı gelmiş. Ölesiye yorgun olsa da, gün içinde beş on kere bebeğininin memesine uapışmayacak olmasına çok içerlemiş. Öyle üzülmüş ki, sanki artık bir daha o kadar yakın olamayacaklar, aralarındaki bağlardan biri kopmuş zannedermiş.
Zamanla buna alışmış. Ancak o fırsat bulduğu her an bebeğini kucağına alıp sarılmaya, öpüp koklamaya devam etmiş. Günler yine hızla geçmiiiiş, geçmiş. Gün gelmiş bebeği artık her derdini söyler olmuş. Annesi onu sıkıştırdığı zaman git diye kovar, istemediği zaman öptürmezmiş.
Anne yine çok üzülmüş. Bir bağ daha koptu aramızda, her geçen gün sayıları azalıyor, gün gelecek evden uçup gidecek kendine ait başka bir yuva kuracak diye düşünüp dertlenirmiş.
Bir gece rüyasında kendi annesini görmüş. Kucağında yenidoğan bebeğini tutarken annesi başını okşuyormuş.
-"Benim güzel yavrum, artık daha fazla üzülme. Bebeğin her geçen gün büyüyor ama senden uzaklaşıyor sanma. Beraber geçirdiğiniz her yeni gün, anılarınızı çoğaltıyor. Paylaştığınız her olay sizi yakınlaştırıyor. Belki kucağına sık gelmiyor ama, okulda seni hatırlıyor. Karnı acıktığında canı anne keki çekiyor. Rüyasında korktuğunda anne diye bağrıyor. Bir derdi olsa ilk sana anlatmak istiyor, heyacanını ilk seninle paylaşmak için koşa koşa geliyor..."
Uyanınca düşünmüş, gerçekten de doğru. Yeni doğmuş bebeğin annesine dair aklında fazla fikri yok; dolayısıyla anne kokusu, anne sesi onun tek yatıştırıcısı. Oysa çocuğum büyüdükçe beni tanıyor, yanında olmadığım her an benim varlığıma yaslanıyor. Zaman geçtikçe görünmez bağlarımız sımsıkı düğümleniyor. Artık üzülmeyi bırakıp sadece "an"larımızın tadına varacağım, görünmez bağları farkedip, her düğümünü kalbime yazacağım...
demiş ve bir daha üzülmek yerine keyfini çıkarmaya karar vermiş.
16 Şubat 2014 Pazar
Bebelerin Doğum Günlerine Aç Gitmeyin Anacım
Bir bebek sahibi olunca hayatımıza yepyeni bir macera daha giriyor. Her biri süper düper özenli doğum günü partileri. Aylar öncesinden temalar, pasta arayışları başlar, özellikle ilk yaş günü ise müthiş bir heyecandır bu.
Bu heyecan ne yazık ki doğum günü bebesinin annesini fazlaca yorar. Evin süslenmesi, pasta, ikramlıklar bir yana, çocuğunun ve kendi süsü püsü diğer yana bi dünya iş. İşlerin yorgunluğunun üstüne bir de duygusallığı ve heyecanı ekleyin, şaşkına dönmemek mümkün değil.
E ben bunu yaşadım çok iyi biliyorum da peki ne demeye doğum gününe aç gidiyorum?
Bir kaç hafta önce minnakımın arkadaşının partisine gittik. Her şey çok güzeldi güzel olmasına da orda kim bilir neler yeriz diyerekten aç gittim. Malesef umduğumu bulamadım. Pasta ve çok iyi pişmemiş börekler dışında diğer herşey atıştırmalıktı; şekerler, yemişler, minik kanepeler beni doyurmaz ki :(
Karın doyuracak bir şeyin olmamasını geçtim hadi, ancaaak bir diğer engel de iki kat kudurmuş minnakımdı. Balonlara mı saldırmadı, süsleri mi parçalamaya çalışmadı, doğum günü bebesine verilen hediyeleri almak için mi ağlamadı her marifetini ortaya döktü kuzucum. Onu tutmaya çalışmaktan yemek yemeyi bırak, kırk yılda bir büründüğüm süslü halimden eser kalmadı. Bluzumun yakası yamulmuş, saçım başım bozulmuş halde kocamın yanına gittim:
-hadi kalkalım artık biraz daha durursam kafayı yiyeceğim.
İşte buraya yazıyorum ki ben ettim siz etmeyin.
Bu heyecan ne yazık ki doğum günü bebesinin annesini fazlaca yorar. Evin süslenmesi, pasta, ikramlıklar bir yana, çocuğunun ve kendi süsü püsü diğer yana bi dünya iş. İşlerin yorgunluğunun üstüne bir de duygusallığı ve heyecanı ekleyin, şaşkına dönmemek mümkün değil.
E ben bunu yaşadım çok iyi biliyorum da peki ne demeye doğum gününe aç gidiyorum?
Bir kaç hafta önce minnakımın arkadaşının partisine gittik. Her şey çok güzeldi güzel olmasına da orda kim bilir neler yeriz diyerekten aç gittim. Malesef umduğumu bulamadım. Pasta ve çok iyi pişmemiş börekler dışında diğer herşey atıştırmalıktı; şekerler, yemişler, minik kanepeler beni doyurmaz ki :(
Karın doyuracak bir şeyin olmamasını geçtim hadi, ancaaak bir diğer engel de iki kat kudurmuş minnakımdı. Balonlara mı saldırmadı, süsleri mi parçalamaya çalışmadı, doğum günü bebesine verilen hediyeleri almak için mi ağlamadı her marifetini ortaya döktü kuzucum. Onu tutmaya çalışmaktan yemek yemeyi bırak, kırk yılda bir büründüğüm süslü halimden eser kalmadı. Bluzumun yakası yamulmuş, saçım başım bozulmuş halde kocamın yanına gittim:
-hadi kalkalım artık biraz daha durursam kafayı yiyeceğim.
İşte buraya yazıyorum ki ben ettim siz etmeyin.
10 Ocak 2014 Cuma
Annenin Slow Motion Anları
Yeşilçam filmlerinde hepimizin çok iyi bildiği bir sahne vardır. İki sevgili birbirlerine kavuşmak için koşuyordur. Fakat bu sahne kadar uzun sürer ki bir türlü kavuşamazlar. Bir yandan sinir eden bir yandan da ağzı açık bırakan bir merakla izleriz bu anları. Sinemadaki bu ağırlaştırılmış görüntüleme yöntemine slow motion deniyor.
Anne olduktan sonra bazen öyle bir hisse kapıldığım anlar oldu ki sanki zamanın akışı durmuş, kendi filmimde bir slow motion sahnesinin içindeyim. O an vuku bulurken, sanki ben olayın hem içinde hem dışındayım. Hem yaşıyorum hem seyrediyorum, hem de anı, her yönden ayırdına varıyorum. Ortamdaki tüm insanlar ve mekan flulaşıyor, sadece bebeğim ve ben kalıyoruz dünyada. Böyle bir anın içine girdiğimi farkettiğim anda, derin bir nefes alıp gözlerimi bir anlığına kapıyorum, tüm kokuların, seslerin ve görüntülerin varlığıma hücüm etmeleri için kanatlarını rüzgara karşı açan bir kelebek gibi algılarımı açıyorum ve "an"ı doyasıya yaşıyorum.
Şimdi geriye bakıp düşününce o yaşadığım slow motion anlar hala yaşarken olduğu gibi capcanlı hafızamda; bebeğimi ilk gördüğümdeki o eşsiz sahne, ilk çığlığı benim ona ilk dokunuşum; mememi iştahla emerken, yumuk ellerini uzatması, ellerini kuş tüyü temaslarıyla öpüşlerim; ilk gülücükleri, ilk agulamaları; bir ilk içermeyen ama slow motion yaşadığımız duyuların zirvesine vardığımız herhangi bir an; hepsi ama hepsi taptaze, daha dün gibi aklımda.
Farkettim ki böyle slow motion yaşadıklarımız, unutulmayan anıları doğuruyor. O zaman diyorum, ben zaten hiç bir anını unutmak istemiyorum, bebeğimle yaşadığım her olayı aklıma kazımak istiyorum, bunun için sürekli algılarım açık yaşayayım, her anımızın tadını çıkarayım ve asla unutmayayım.
Malesef öyle olamayacağını biliyorum ama anı yaşamak için elimden geleni yapıyorum. Okuldayken sıkıldığımız derslerde hiç geçmeyen zaman anne olunca ne kadar da çabuk geçiyormuş. Bak işte günler ayları kovaladı, minnakım büyüyor ve bir yanım geçip gidene ağlarken, bir yanım biriktirdiğim tatlı anılara seviniyor.
Annelik böyle bişey işte.
Anne olduktan sonra bazen öyle bir hisse kapıldığım anlar oldu ki sanki zamanın akışı durmuş, kendi filmimde bir slow motion sahnesinin içindeyim. O an vuku bulurken, sanki ben olayın hem içinde hem dışındayım. Hem yaşıyorum hem seyrediyorum, hem de anı, her yönden ayırdına varıyorum. Ortamdaki tüm insanlar ve mekan flulaşıyor, sadece bebeğim ve ben kalıyoruz dünyada. Böyle bir anın içine girdiğimi farkettiğim anda, derin bir nefes alıp gözlerimi bir anlığına kapıyorum, tüm kokuların, seslerin ve görüntülerin varlığıma hücüm etmeleri için kanatlarını rüzgara karşı açan bir kelebek gibi algılarımı açıyorum ve "an"ı doyasıya yaşıyorum.
Şimdi geriye bakıp düşününce o yaşadığım slow motion anlar hala yaşarken olduğu gibi capcanlı hafızamda; bebeğimi ilk gördüğümdeki o eşsiz sahne, ilk çığlığı benim ona ilk dokunuşum; mememi iştahla emerken, yumuk ellerini uzatması, ellerini kuş tüyü temaslarıyla öpüşlerim; ilk gülücükleri, ilk agulamaları; bir ilk içermeyen ama slow motion yaşadığımız duyuların zirvesine vardığımız herhangi bir an; hepsi ama hepsi taptaze, daha dün gibi aklımda.
Farkettim ki böyle slow motion yaşadıklarımız, unutulmayan anıları doğuruyor. O zaman diyorum, ben zaten hiç bir anını unutmak istemiyorum, bebeğimle yaşadığım her olayı aklıma kazımak istiyorum, bunun için sürekli algılarım açık yaşayayım, her anımızın tadını çıkarayım ve asla unutmayayım.
Malesef öyle olamayacağını biliyorum ama anı yaşamak için elimden geleni yapıyorum. Okuldayken sıkıldığımız derslerde hiç geçmeyen zaman anne olunca ne kadar da çabuk geçiyormuş. Bak işte günler ayları kovaladı, minnakım büyüyor ve bir yanım geçip gidene ağlarken, bir yanım biriktirdiğim tatlı anılara seviniyor.
Annelik böyle bişey işte.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)